Psikosöylentiler-Psk. Nesteren Gazioğlu

7 Eylül 2017

Yeniden bir Eylül ayındayız. Hem heyecanlı hem de stresli bir ay. Okula geri dönüşler, yeni okullar, bitmek bilmeyen kırtasiye listeleri, teknoloji tatilleri biten çocuklar…

Yaz tatilinde tabletlerle, bilgisayarlarla arkadaşlık eden çocuklar ve gece uykusu bozulan çocuklar için durum biraz daha farklı olacak. Heyecanın yanı sıra kaosa düşecekler. Bazen duyuyorum “Okullar açılana kadar istediğin kadar bak, ne de olsa okul açılınca hiç göremeyeceksin!” ya da “Peki oyna ama haftaya zaten hakkın bitiyor” benzeri cümleler dökülüveriyor ebeveynlerin dudaklarından. Yaz döneminde hayatlarına teknolojiyi yoğun bir şekilde almasına “izin verilen” çocuklar, okul açıldığı dönemde de muhtemelen en çok zorlananlar olacaktır.  Ebeveynin baskısı ile teknoloji kenara bırakmış gözükse bile duygusal olarak etkileri o kadar çabuk silinir mi?

Telefondan, tabletten, oyun konsollarından ya da bilgisayarlardan ayrılmanın stresi çocuk için oldukça zordur. Bir süre boyunca düşlemi devam edebilir; oyunu düşler, kendisinin çevrimiçi olduğunu hayal eder. Bu zaman diliminde ailesinin desteğine ihtiyacı olur.  Aile olarak paylaşılacak zamanlar ve biriktirilen güzel anılar hem çocuğunuzun teknoloji dışında eğlenebileceğini gösterir hem de düşlemesi için imkan tanır. Düşlemek. Düşlemek, düşleyebilmek başlı başına bir kitap konusudur. Bir çocuğun düşleyebilmesi gerekir; oyunu, geleceği hatta ebeveynini bile.

Bir çocuk hayal edelim. Bu çocuğun annesi sürekli ona müdahale ediyor (iyi niyetle J).  Ne yedi, ne içti, ne hissetti, kiminle oynadı, yarın ne yapması gerekiyor, haftaya ne yapılması gerekiyor… Hepsi ebeveyn tarafından düşlenmiş ve hazırlanmış. Çocuğun kendi kendine düşleme alanı yok. Annesi de hep yanında, ihtiyacı olsa da olmasa… Anne uzaklaşmadığı için, anne hep orada olduğu için annesini de düşleyemiyor. Sürekli tatilde olan birisi tatili düşler mi?  Sürekli baklava yiyen birisi baklava düşler mi? Anne biraz hayatından çekilip çocuğa alan tanırsa çocuk kendi kendine plan yapabilecek, düşleyebilecek ve inisiyatif alabilecek. Belki özleyecek ve gidip içten bir sarılma davranışı sergileyecek ya da bir buse konduracak annesinin yanağına. Ailece eğlenceli etkinlikler ve aktivitelere zaman ayırabiliyorsanız, çocuk bir süre sonra bir sonraki aktiviteyi düşlemeye ve talep etmeye başlar. Teknolojinin başına bırakıyorsanız da çocuk bir sonraki çevrimiçi oyunu ya da aktiviteyi düşlemeye başlar.

Teknolojiyi ya hep ya hiç konumuna getirmemek gerektiğini düşünüyorum. Her teknoloji kullanan çocuk da bağımlı değildir. Bu yazıyı yazarken teknolojiye ihtiyaç duyuyorum, nitekim bazılarınız belki de bu yazıyı online okuyordur. Her teknoloji kullanan çocuğun teknoloji bağımlısı olacağı bir psikosöylentidir. Tıpkı çocuk doğurduktan sonra çiftlerin ilişkisinin düzeleceği psikosöylentisi gibi.

Çift ilişkisinde problem yaşayanlara toplum tarafından sıklıkla söylenen bir cümleler vardır: “Bak çocuğunuz olsun hiçbir şeyiniz kalmaz”…”Çocuğunu kucağına alınca, anne olunca değişir göreceksin”…”bir çocuğun olsun, kocan nasıl evine bağlanacak”… diye sürer gider bu cümleler. İşin özü: çift ilişkisindeki bitmemiş meseleler çocukla düzelmez aksine yeni ihtiyaçları ile sistemin sağlamlığını test eden bir araçtır çocuk. İlişkiyi bir kaydırak gibi düşünelim. İki kişinin inşa ettiği bir kaydırak. İlişkiye bağlı olarak kimisi kartondan inşa eder, kimisi metalden, kimisi tahtadan… . Çocuk ise bu kaydırağın sağlamlığını test eder. Kaydırağı tamir etmek, bakmak onarmak onun işi değildir, zaten öyle bir becerisi de yoktur. Çocuk kaymaya başladığında ilişki de sınanır. Kartonsa çöker, ahşapsa yağmurlu havalarda zarar görür.. Zayıf noktalar zaman içinde belirir. Çocuk bu noktaları düzeltemez. O sadece kayar ve gider. kayıp büyür, taşınır ya da evlenir gider. Sonrasında kaydırağın elinde kalan yine kendisidir, yine ilişkidir. Elde kalan nedir? Karton parçaları mı, deforme olmuş parçalar mı yoksa keyifle kayan çocukların bıraktığı izlerle parkta ışıldayan bir kaydırak mı? Kıssadan hisse, çocuk ilişkiyi düzeltici bir unsur değildir.

Yukarıda bahsettiğim kültürel gibi gözükebilir. Bazı psikosöylentiler o kadar güçlüdür ki kültürden bağımsız tüm dünyada yayılmıştır.

Araştırmalara konu olmuş diğer psikosöylenti ise Mozart Etkisi

Rauscher, Shaw ve Ky’ın 1993 yılında “Mozart Effect” yani “Mozart Etkisi” isimli makalelerinin yayınlanması ile medyanın ilgisi klasik müzik ile “zeka” arasındaki ilişkiye odaklandı. “Zeka” medyanın, insanların, yatırımcıların ilgisini çeken bir kavramdır. Araştırmanın içinde zeka ile ilgili bir ipucu bile yakalamak basının ve yatırımcıların gözlerinde parıltılara yol açabilir. Örneğin, Mozart’ın bestelerinin olduğu oyuncakları televizyon programları vs.
Ekonomik bir kaynak mı Mozart?
Rauscher ve meslektaşlarının bulgusuna göre Mozart tarafından bestelenen parçaları dinledikten sonra uzamsal görev içeren sorulara verdikleri doğru yanıt sayısı artıyor. Kısa süreli hafıza üzerinde etkisi olduğu bu araştırmada belirtilmiştir. Büyük sansasyon yaratan bu düşüncenin peşini araştırmacılar bırakmadı.
Nantais ve Schellenberg (1999), şu iki soruyu sorar;
* Acaba etki sadece Mozart’a mı ait yoksa başka bir klasik müzik bestesi de aynı etkiyi yaratıyor mu?
* Mozart dinlemek keyif verdiği için performans artıyorsa, keyifle dinlenen bir hikaye de etki yaratır mı?
Mozart etkisini araştırırken Schubert’i de ekliyorlar. Ve tahmin edin ne oluyor Schubert dinleyenlerde de benzer etki gözlemleniyor. Bu araştırmanın 10-15 dakikalık bir süreci incelediğini ve uzun dönem hafıza çalışmadığını da hatırlatalım. Yani araştırma bize net bilgi veriyor ama zekayı artırır, geliştirir gibi kavramlar kesinlikle kullanmıyor. Bu tür söylemler biraz reklam kokuyor.
İkinci sorularını denerken; Bir gruba Mozart dinletiyorlar. Diğer grubu ise sessizce bekletmek yerine bu sefer onlara bir hikaye dinletiyorlar. Ve bu da ilginç. Hikaye dinleyen grup da Mozart dinleyene benzer bir oranda soruları doğru yanıtlıyor. Mozart etkisi bu noktada kayboluyor. Kişi sessizce oturmak yerine keyifli aldığı başka bir hikaye, parça dinlediğinde de doğru yanıtlama oranı artıyor.
Bu bulgular çok ilginç olmasına rağmen, her araştırma aynı sonuca ulaşmamıştır.
Bazı araştırmalar sessiz oturan grubun da aynı oranda doğru yanıt verdiği sonuca ulaşmıştır. Sonuç olarak bize Mozart “zekayı” geliştirir mi dediklerinde kısa süreli uzamsal yetenekler aklımıza gelsin.

Psikosöylentilerin farkında olmak hayatınıza fark katar, siz en iyisi Eylül ayının getireceği güzellikleri düşlemeye şimdiden başlayın ve ailece keyifli aktiviteler planlayın.

 

 

 

 

Yorum Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir