Yaz bitmeden, güneş gitmeden…

1 Ekim 2015

Ülkenin durumu malum, her gün bir başka yürek yarasıyla kavruluyoruz. Düşünüyorum, herkes bir ananın, babanın evladı. Gündemin ağırlığı, kaya gibi oturdu üzerime. Kendi çocuklarımın kahkahalarına gülemez, oyunlarına katılamaz durumdayım. Yüreğim en derinden yanıyor. Şehit cenazelerine bir an olsun bakmak, haberleri ucundan seyretmek, okumak; tüm hayatı zangır zangır sallıyor.

“Nasılsın?” diye soranlara cevabım: Sıkıcı mı sıkıcı, tatsız, yavan, marazi, baş dönmesi hali, akli melekelerimde eksiklik, tuzus-yağsız-şekersiz diyet ürünü kıvamındayım. Pirinç lapası, pörsümüş kereviz haşlaması, 80’lerden kalma VHS için çekilmiş Türk filmi, Güzin Abla okuru, Müslüm Baba müridi tiplemesine yakın bir yerdeyim… İşte durumlar böyle.

“Hadi” dedi İdil, bulutların ardından çıkarttı beni. Bir sabah 5’te arabaya tıktı, çocuklar ve bavullarla birlikte. Asla politika ve gündem konuşmadan, bir hafta Ege’de son tatil, dedi. Önceleri hafiften nazenin dursam da, fikir sonradan benim de hoşuma gitti. Hayatta kalmaya çabalama içgüdüsüyle, mutlu fotoğraf karesindeki yerimi almaya doğru kocaman bir adım attım.

Öğlen saatlerinde Cunda’ya varmıştık. Biraz merkezde dolaşmak, ruh hallerimizin üzerinde olumlu bir etki gösterdi. Cunda Fora Otel’e yerleşince, daha da bir normalleştik. Güzel insanlar, harika bir otel, börekler, zeytinyağlılar; bayağı toparlandım. Hayat, olması gereken akışına yakın bir yerlerde seyretmeye başladı sanki.

Ertesi gün feribota atlayıp, karşıya, Midilli’ye geçtik. Bu sene hızlı feribot seferleri de başlamış, bir saat dolmadan Yunanistan toprağındaydık. Hemen daha önceki seyahatlerden bildiğimiz otele yerleştik, hep gittiğimiz lokantada yemek yedik, uzun çarşısında turladık.

Deniz, güneş, turistler, müzikler; çok iyi geldi. Ama başımı nereye çevirsem, tabur kalabalığında yürüyen Suriyeli göçmenlerle burun burunaydım. Aralarına karışmış Türkmenistanlı, Bengladeşli, Afganlı, Afrikalılar. Hep bir umutsuzluk, yeni hayat heyecanı, geride bırakılan upuzun geçmiş ve tehlikeli ülkeler… Türkiye’yi ara geçiş olarak kullanıp Avrupa’ya uzanmak isteyen binlerce kaçak göçmen… Her gün neredeyse 1000 tane daha ekleniyor meydanlarda bekleyen onbinlere. Tüm kıyılar can yelekleri, şişme botlar, atılmış ıslak elbiseler, sanki bir daha eşelenmeyecek geçmiş hatıralarla dolu…

İnsanlar bu kadar çaresiz, bu kadar umutsuz, bu kadar gözükara yani…

Neyse, ne diyordum; deniz, kum, güneş. Çivi gibi suda yüzdük her gün, saatlerce. Deniz kabukları, taşlar topladık. Gündemden kaçarken, haberin kaynağına dalıvermişiz, içten içe ağladık. Bu yılın en son yaz tatiliydi, kızlara durumu çaktırmamaya çalıştık.

IMG_0529

Deniz, kum ve güneş…

Yorum Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir