Ah Güzel İstanbul

8 Haziran 2020

Diyorum ki, hayat en büyük okul. Kırk yıl otursak, bütün alim ülema tayfasıyla kafa patlatsak, bilemeyiz. Bu konuda çekilmiş onlarca Hollywood filmini seyretsek, yüzlerce kitabı okusak da. “Hadi canım, amma da abarttın, yine felaketleştirdin” der, güler geçeriz.

Oysa ne güzel deyiştir: Keser döner sap döner, gün gelir hesap döner. Doğanın, Allah’ın yazgısı bütün bu yaşadıklarımız; kim bilir bir labaratuvar sızıntısının, birkaç uluslarası yolcunun, Çin’in oyunu da olabilir pekala. Haa, düşünürsek bir yeni grip virüsünün mutasyon geçirmiş hali de olabilir. Kötü bir niyetin haris zevk alma biçimi de. Ama belki de, o güzelim şarkıdaki gibi, kimsenin suçu değil bu. Bilmiyoruz. Nereden, nasıl, ne şekil dünyamıza yayıldığı hakkında hiçbir şey söyleyemiyoruz. Oku, seyret, dinle; bir arpa boyu ilerleyemiyoruz.

Kaderi kabullenmek müthiş bir rahatlık. Anladığım, aşı ve tedavi bulunana kadar insanlara rahat yok. Bir arada olmak, sarılmak, ziyafet masalarında saatlerce oturmak yok.

İşler bitti; ne sunuculuk var, ne de medya ilişkileri eğitimleri. Bir güzel göbek bağladım, spor da yapamıyorum; salıverdim gitti. Bana şu anda söylenen kesinlikle bu. Hayır, ciddi bir patalojik durumda olduğumu sanmıyorum. Haberlerin alt metninde bana özel mesajlar iletildiğini falan düşünmüyorum yani.

Sadece boyun eğiyorum. Zorlamıyorum. Hayat eve sığar falan diye mat’tan insta yayınlarına sekip araya üç ekmek tarifi sıkıştırmıyorum. Bana dur dendi, oynama dendi, gereksiz hareket etme dendi. Öyle yapıyorum.

Geçen pazar, 70 yaşındaki komşum, onun yaş grubuna özel 11:00’den 15:00’e kadar sokağa çıkma hakkını kullanmak istediğini söyledi. “Bir refakatçi de gelebiliyor, ister misin” dedi. Hemen giyindim, deniz kenarından yürümeye başladık.

Bazı parklar, geriatri kliniğini bahçesi kıvamındaydı. Yolun bazı kısımları da kendini sokağa atmış yaşlılarla doluydu.

Biraz tepelere, hafif ara sokaklara daldık. Bizden başka kimse yoktu. Denizde oynaşan yunusları, en güzel morları sunan erguvanları seyrettik. Arabasız, gürültüsüz, curcunasız bir İstanbul’daydık.

Biraz ürkütücüydü. Biraz bilim kurgu filminin seti havasındaydı. “La barba” olmadan, şehir bir miktar tatsız, baharatsızdı.

Ama yine de, İstanbul çok güzeldi…

 

 

Yorum Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir