Bir #Evdekal Nostaljisi

18 Mayıs 2020

 

Bana göre, çocukluğunu en keyifli geçiren, en şanslı kuşak; bizim kuşaktır… Sokakta özgürce büyüyen son nesildik biz… Minik güzelliklerin değerini bilmiş; samimi insan ilişkileri içinde yetişmiş, herkesin aynı filmi, aynı kanaldan, aynı saatte izlemesiyle büyümüş, hep beraber pötibör bisküvi yiyip siyah önlük giymekten gocunmamış; en büyük lüksü kokulu silgileri olan; gazoz kapağı ve peçete biriktirmesiyle gurur duymuş ve birbiriyle rekabet etmek yerine; gücünü birbiriyle dayanışma içerisinde olmaktan almış 80’lerin çocuklarıydık biz…

 

Hazırlayan: Çocuk kitabı ve gezi yazarı; @eski_zaman_pikapcisi Nilsu Emre

 

Mart 2020 itibariyle evlerimize yani “kendimize” biraz daha dönük yaşamaya başladığımız; biraz daha şöyle bir durup düşündüğümüz karantina günlerinde, daha da çok özler ve anar oldum ben, o yılları. Samimi insanların kocaman bir mahalle ortamında yaşar gibi “paylaşmayı” iyi bildiği o günleri yeniden anlarve bizim çocuklara anlatır oldum…

“Anne…Ne Vardı ve Ne Yoktu Ki O Yıllarda?”

Türkiye’ye yeni gelen birçok şeyi ilk tadan; (yeni oyuncaklar, dondurma ya da hamburgerler gibi) ve aynı anda bazı şeylerin de sonunu yakalayan (siyah önlük, ilkokul 5’ten sonra sınava girmek ya da acele etmeden yaşanan tek kanallı ve trafiksiz bir hayat gibi) son nesildik biz. Son taze meyveleri biz yedik. Telefondenen aletin evlerde yeni yeni ve tek-tük var olmaya başladığı o yıllarda; insanlar birbirleriyle gerçekteniletişim kurardı. Günümüzdeki sayısız imkanlar arasındaki ’imkansızlığın’ tam aksine; o yıllarda çok daha kocaman bir paylaşım duygusu vardı.

Tam da şimdi oğlumla kızımın olduğu yaşlardaydım. Bilgisayarlarımız, tabletlerimiz belki birçoğumuzun kendisine ait odası bile yoktu. Hele internetin zaten adı bile yoktu. Ama sakızlardan çıkan basit mini-kartlarla kaldırımlarda oynamak vardı; rengarenk boyalarımız, kan kardeşlerimiz, sevinçlerimizi, üzüntülerimizi, hasretliklerimizi yazıya döktüğümüz duygu yüklü mektuplarımız vardı. Art niyet yoktu. Lunapark ‘ta çarpışan otomobiller için sıra beklemek; yeşil alanlarda bezden bebeklerle tencere tabakla oynamak, akşam sefalarını ezip meyve suyu yaptığını sanmak vardı.  Aldığımız şeyin değerini bilerek gece yatağın başucuna koymak vardı…

Yaz Keyfi Ayrı; Kış Keyfi Ayrıydı

Sokakta, bol temiz havada ağaca çıkar, bilye, ip atlamaca, körebe, aldım verdim, seksek, aç kapıyı bezirgân başı, yakar top, saklambaç, sessiz film, istop, tilki tilki saat kaç ya da elim sende… oynar; yollara tebeşirlerle çizgiler çizer, ondan da canımız sıkılırsa dizip taşları üst üste beştaşa geçerdik… Bu böyle hava kararıp da annelerimiz koro halinde balkonlardan bize seslenmeye başlayana kadar sürerdi.

Elbette bunlar, havaların iyi olduğu Bahar ve Yaz eğlencelerimizdi. Kışlar ise bir başka güzel geçerdi. Kar yağdı mı, mahallenin bütün çocukları kartopu savaşı ve kardan adam yapardı. Okulların kar yağışı nedeniyle toplamda neredeyse 40 gün kapalı kaldığı meşhur ‘87 kışında, yaptığımız kardan adam hala sağlam mı diye her sabah kalkıp bakmak bizi gülümsetmeye yeterdi.

Kış günlerinde, okuldan arta kalan zamanlarımızı evlerde geçirirken evde oynanan oyunlar da sokaktakini aratmazdı. Öyle çeşit çeşit Barbie bebeklerimiz falan yoktu bizim belki ama TV’deki origamici teyzenin tarifiyle yaptığımız kâğıttan bebeklerle oynamak ya da evde bebeklerimize artık malzemelerden elbiseler dikmek, bir o kadar keyifliydi.

O zamanlar, önemli olan insan ilişkileri ve arkadaşlıklardı. Hayata tutunmayı, mücadele etmeyi, dostluğu, sevgiyi, küçük şeylerle mutlu olmayı o çocuklukta oynadığımız sokak oyunlarında öğrendik. Şimdi de tüm bunların bizi biz yapan yanlarını 21. yüzyılda doğan evlatlarımıza öğretme zamanı. Dilimiz döndüğünce!

İşte, Karantina Günlerinde Evde Çocuklarla Oynayabileceğiniz Nostaljik Oyunlardan Örnekler:

Körebe:Fazla söze ne hacet; ebe olanın gözleri bağlanır ve oyundaki diğerlerini el yordamıyla bulması istenir. Bol kahkaha garantilidir.

Sandalye Kapmaca:Ortaya kişi sayısından bir eksik adet sandalye konur; müzik durunca herkes oturacak bir yer kapmalıdır. Mızıkçılık yok; sandalyesiz kalan yanar.

Yerden Yüksek: Haydi bizim nesil eski günlerdeki gibi koltuk tepesine! Kuralları biliyorsunuz, yere son basan kaybediyor.

Deve-Cüce: İlkokul öğretmenlerimiz az oynatmazdı. Deve deyince ayağa; cüce deyince oturmaya… Aman şaşırtmacalara dikkat!

Saklambaç: Kurallarını her kuşağın ezbere bildiği nadir oyunlardan…

Sessiz Film: Aklından bir film tut; konuşmadan diğerlerine anlatmaya çalış. “… 2 kelime; yerli/yabancı…Hatırladınız mı? ?

Kulaktan Kulağa:Aynı kelimenin 3-5 kişilik aile arasında nasıl da bu kadar şekil değiştirerek kulaktan kulağa yolculuk ettiğine inanamayacaksınız.

Hangi Elimde?Her zaman vakit geçirmek için eğlenceli alternatiflerdendir…

Nesi Var?: Oyuncu odadan herhangi bir nesne tutar; diğerlerinin odada gezerek onu bulması için sorular cevaplar: “Nesi Var?” “Kırmızı bir düğmesi var…” gibi. Ebe objeye yaklaştıkça “sıcak..çok sıcak…” ya da uzaklaştıkça “…soğuk..” diyerek yönlendirmeler yapmayı unutmuyoruz.

“Kardeşinizi Tanıyor Musunuz?” Yarışması: Evde koro halinde canı sıkılan kardeşler için düşünebileceğiniz bu oyunu 80’lerde, Pazar günleri Cenk Koray’ın “Eşinizi Tanıyor Musunuz?” yarışmasından hatırlayabilirsiniz ?

Kutu Kutu Pense:“…Elmamı yerse, arkadaşım Eren…arkasını dönse.” Sonu belli olan bu oyundan yaşı kaç olursa olsun miniklerin ne kadar zevk aldıklarına siz de inanamayacaksınız.

Yağ Satarım Bal Satarım: Sakince malum tekerlemeli şarkıyı söyleyip bir yandan da çaktırmadan mendili birinin arkasına bırakıvermece… Çocuklar ebeveynlerinin kendileri gibi yere çömelip oturmasını görünce bile neşelenmeye başlıyor. Hele o kovalamacanın hızlandığı “Zambak Zumbak Dön Arkana İyi Bak” bölümü yok mu…

Patates Baskısı“candır”.

Aklından bir meslek/hayvan tut; diğerleri de Evet/Hayır soruları sorarak tahmin etmeye çalışsın.

İsim-Şehir: 80’lerde az hayat kurtarmadı! Okul öncesi ve ilkokul çocuklarına okuma yazma unutturmama aktivitesi olarak da ideal. (Kağıt-kalemi elinize almışken Adam Asmaca ve S.O.S. ile de devam edebilirsiniz!)

Evet-Hayır: Erkan Yolaç üstada selam olsun.

Bezden bebek yapmak:LOL değil; Barbie değil; kendi alın terinin ürünü olan bu bebekler bakın nasıl da kıymetli olacak.

Masa altında kamp yapmak: Pazar günleri annelerimiz ütü yaparken Bizimkiler dizisi başlayana kadar masanın altına girip de kampçılık oynamayan bizden değildir ?(Ama çok zevkli değil miydi?)

Bebeklere kıyafet dikmek: Bu bizim kızın ilk 3 favori listesine girdi bile! “Ben büyüyünce tasarımcı olacağım” diye gerine gerine dolaşıyor evin içinde!

Balkonda piknik yapmak: Sevdiğiniz atıştırmalıklar, biraz boyama kalemi belki birkaç dergi ve oyuncak ile uzun sohbetler garantili! Ama öyle balkona kadar her şeyi anneye taşıtmak yok. Herkes kendi getirdiğini, oyun bitince kendisi içeri geri götürecek.

Baloncuk yapma: Yahu nereden çıktı bu hazır baloncuk almalar? Bir bardağa biraz su ve deterjan/şampuan koyup bir mandalın delikleri arasından üfledik mi; aynı keyifi vermez miydi bize!

Çoraptan topla tek kale maç ya da basketbol oynamak: Yoo, erkek çocukları için olması şart değil. Bu ablamla benim en çok gülme krizine girdiğimiz oyunlardan biriydi. Kesin bilgi…

Eline çorap geçirip kukla tiyatrosu yapmak: Burada yaratıcılık devreye giriyor. Takın iki elinize birer çorap; saklanın koltuğun arkasına oradan sonrası artık size kalmış: Karagöz Hacivat diyalogları mı olur; sakar çorap “Çoço” bilge arkadaşı “Bibi”ye karşı mı olur…Gelsin doğaçlama çocuk tiyatrosu!

Mektup; günlük, hatıra defteri ya da kartpostal yazmak:Zaten bu sıralar anneanneler, arkadaşlar, öğretmenler çok özleniyor. Verin kalemi ellerine döksünler içlerini. Duygularını ifade etsinler. Hem çocuklar bir şeyler üretmeye bayılır ya; bırakın kendileriyle bir kez daha gurur duysunlar. Yazı yazmayı bilmeyen resim de çizebilir; faaliyet de yapabilir.

Origami: Şapka, kayık ve tuzluğun ötesinde harika bir vakit geçirme yöntemi. Motor kabiliyeti ve dikkat toplama alışkanlığı edinmek de cabası.

Evcilik, kuaförcülük, doktorculuk hatta karantina stoklarıyla marketçilik oynamak: Evet, kabul edeyim arada eşimin yılmadan aldığı onlarca makarna paketinden istemeden patlayanlar da oluyor; e bize de market oyununun sonunda “istemeden” o makarnaları beraberce haşlayıp yemek düşüyor!

Aldım, Verdim…: “Aldım verdim ben seni yendim…” diye diye evin koridoru kaç bucakmış ölçüyoruz hep birlikte.

Aç kapıyı bezirgân başı: Özellikle tek çocuklu olmayan evler için -kişi sayısı bakımından- daha bir ideal. Son bölümde “dolaba kapan”ıyorduk, unutmayın.

Tilki Tilki Saat Kaç? Evin “tilki”si saati söyledikçe söylenen sayıya göre adım atılır. Eğer tilki bir oyuncuya saat yerine “kazandibi” derse o oyuncu başlangıç noktasına geri döner.  Adımları sırasında ebenin yanına en çabuk kim ulaşırsa o ebe olur ve oyun yeniden başlar. Ufaklıkların o arada “Saat kaç?” kavramını öğrenmeleri de günün bonusu.

Beştaş:Bizim neslin el-göz koordinasyonu neden bu kadar iyi sandınız? 1-2-3 el çabukluğu marifet. Bir taşı atarken diğerini tutup oyun boyunca ilerliyoruz. Evde tabii ki taş yok ama unutmayalım; anneler her zaman işin alternatif bir yolunu bulur.

Demem O Ki…

Bunlar dışında birkaç dakika gözünüzü kapatıp düşünün. Çocukluğunuzun en keyifli anlarını hatırlayın. Hiçbirinde tablet ya da cep telefonu görmüyorsunuz değil mi? Örneğin annenizle birlikte yemek pişirmekten ne kadar keyif aldığınızı hatırlayın. Çorap eşleştirme, meyve yıkama ya da masa hazırlamadan daha öğretici bir kutu oyunu henüz icat edilmedi, unutmayın!

Bazı günler de mümkündür, bunlardan hiçbirine vakit bulamayabilirsiniz. O zaman en azından birlikte bir şarkı söylemeyi ve mümkünse birlikte biraz da dans etmeyi; o da olmuyorsa kendi çocukluk albümlerinizi miniklerle paylaşıp gerçek Sizikeşfetmelerine destek olmayı ihmal etmeyin, olur mu?

Böylece her şey, tıpkı o eski günlerdeki gibi olsun;

Anneliğinizin her günü kutlu olsun. Karantinada bile.

Yorum Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir